8 Ekim 2010 Cuma

Bilgisayar Acemisi

Bilgisayar acemisi (Komik Gerçek Olay)

WordPerfect'in yardım hattında banda alınmış bir telefon konuşması. Bu konuşma sonrası helpdesk elemanı isinden kovuluyor. Kovulduktan sonra da şirketi kendisini "Gerekçesiz" isten çıkardığı için mahkemeye veriyor.
İşte Telefon Konuşması :
- Yardım hattı, buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?
- Bir sorunum var.
- Nasıl bir sorun?
- Yazı yazıyordum, birden bütün kelimeler gitti?
- Gitti mi?
- Yok oldu!
- Ekranda şu anda ne görüyorsunuz?
- Hiç bir şey.
- Hiç bir şey mi?
- Yazdığım hiç bir şey ekrana çıkmıyor.
- Hala Wordperfect programında mısınız yoksa programdan çıktınız mı?
- Bunu nereden bileyim?
- Ekranda bir "C" harfi görüyor musunuz?
- Bir "hece" mi...
- Boş verin. Ekranda yanıp sönen bir çizgi var mi?
- Söyledim ya hiç bir şey yazmıyor.
- Monitör üstünde yanan bir lamba var mi?
- Monitör ne?
- Ekranı olan yer, televizyon gibi... Çalıştığını gösteren küçük bir lamba var mi?
- Bilmiyorum.
- Monitörün arkasına bakın, oraya bir elektrik kablosu giriyor olması lazım. Görebiliyor musunuz?
- Evet.
- Harika, o kabloyu takip edin duvarda elektriğe bağlı mi bana söyleyin.
- Bağlı
- Harika. Monitörün arkasına bakınca bağlı olan tek kablo mu gördünüz, yoksa iki tane mi?
- Görmedim.
- Tekrar bakar mısınız, ikinci bir kablonun da bağlı olması lazım.
- Evet buldum.
- Tamam, simdi onu takip edin bilgisayara bağlı mı diye bakin.
- Kabloya ulaşamıyorum.
- Ulaşmayın, bağlı mı diye bakabilir misiniz?
- Olmuyor.
- Bir şeyden destek alıp eğilip bilgisayarın arkasına baksanız....
- Eğilmek dert değil, karanlık olduğu için bakamıyorum.
- Karanlık?
- Ofisin ışıkları kapalı, pencereden gelen ışık yetmiyor.
- Ofisin ışıklarını yakın.
- Yanmaz.
- Neden?
- Elektrikler kesik.
- Elektrikler mi kesik. Tanrım...!(kısa bir sessizlik) Bilgisayarın kutusu, kitapları herşeyi duruyor mu?
- Evet dolapta.
- Simdi bilgisayarı sökün , aynen aldığınızdaki gibi paketleyin ve aldığınız dükkana iade edin.
- Durum bu kadar kötü mu?
- Korkarım öyle!
- Peki tamam. Onlara ne diyeceğim?
- "Ben bilgisayar kullanamayacak kadar aptalım" diyeceksiniz...




1 Ekim 2010 Cuma

SEDEF ÇİÇEĞİ

Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı..Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu...

Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına: „Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?“

Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı:
„Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan...“
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda... Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu...
Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmıs 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı... Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu...

Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:

„Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez...
50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı.
O zaman adak adadım.Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye...
Iyi gelirmiş derlerdi...
50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi
Taa ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim Hayatımı, umudumu, herşeyimi verdim. Ondan hiçbirşey görmedim Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim yaşlı adama dönerek:

"Diyeceğin birşey var mı, baba?" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi.
Tane tane konustu: "Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim Fadime'mi de orada tanıdım. Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim
Ilk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi
Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi
Hekimi pek dinlemedi bizim hatun...
Lafım geçmedi...
O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yuz tuttu Ben ona: „Gece çiçek sularsan geçer”, dedim. Adak dilettim...
Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdakı suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım, Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım...Sesimi çıkartamadım...

“O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu… „

Sevgide cömert ama sevdiklerimizi kırmada oldukca cimri olalım”

:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:(:

UÇURUMA GİDİYORUZ

Kahvede «Şırrak!...» diye bir tokat sesi duyuldu. Tavla, aznif, kâğıt oyunu,konuşma, her şey durdu. Başlar tokat sesi gelen masaya çevrildi. Tokadı yiyen iriyarıbiriydi. Tokatı atan da tersine, ince, sıska, ufak tefek biri. İriyarı adamın sol yanağında,sıskanın beş parmağının izi yer etmişti. Polis bile, bu parmak izinden tokadı kimin attığını bulabilirdi.

Kahvedekiler, iri adamın, kendisim tokatlayan küçücük adamı altına alıp yol keçesi gibi ezeceğini sandılar, öyle olmadı.
— Davacıyım! diye bağırdı.
Kimseden ses çıkmadı... Tokadı yiyen daha sonra,
— Hepiniz gördünüz, dedi.
Boyu omuzuna bile gelmeyen sıskaya döndü:
— Yürü karakola!
Tokatı atan, cevap yerine, sinek kovalar gibi eliyle bir hareket yaptı.
— Psssuurn!... diye de ağzından istim gibi bir ses çıktı.iri adam dışarı fırladı.Kahvedekiler yine oyunlarına, konuşmalarına daldılar.iri adam biraz sonra, yanında bir polisle geldi. Polise sıskayı gösterdi:
— işte bu!
Sonra, oturanları tanık gösterdi:
— Bunlar da gördüler!
Polis, tokatı atan sıska ile, onların oturduğu yere yakın oturan dört tanığı, karakola götürdü. Karakolda, iri adam hâlâ kızarık sol yanağını tutarak,
— Bu adamdan davacıyım, komiser bey, beni tokatladı. Bunlar da gördüler, dedi.Komiser, ilkin dâvâlı ile davacının, sonra tanıkların kimliklerini daktiloda yazdırdı.Davacı, kendisine tokadı atanı hiç tanımadığını söylüyordu. Tanıklar da,
• Biz bişey görmedik... dediler.
Davacı iri adam,
• Tokadın sesini de duymadınız mı? dedi.
Hayır, tanıklar ne bişey görmüşler, ne bişey duymuşlardı. Kısacık boylu sıska adam,
— Evet, dedi, ben inkâr etmiyorum. Bu adamı tokatladım.Komiser,
• Neden? diye sordu, aranızda bişey mi var? Size hakaret mi etti?
— Aramızda hiç bişey yok. Kendisini tanımam bile.
• Peki, nasıl oldu?
Kısacık boylu sıska adam anlatmaya başladı:
— Dün akşam işten eve geldim. Baktım, elektriği kesmişler. Parasını verememiştik. Bütün geceyi karanlıkta geçirdik. Gece uyuyamadım da. Üzerinize afiyet, annem iki senedir hasta. Mide ağrısı öldürüyor zavallıyı. Doktor bir ilâç veriyor. İlâcı alınca ağrılar duruyor. Ama ilâç şimdilerde nerede? Sabahleyin yataktan kalktım, sol yanım hiç tutmuyor. Yattığımız odanın pencere camı üç ay önce kırıldı. Cam bulamıyoruz. O da  gelmiyormuş. Pencereye yatak çarşafı gerdik. Ama faydası yok. Sabaha kadar rüzgâr, soğuk, içeride. Sol yanımtutulmuş. Yataktan kalktım, affedersiniz, helaya gittim. Sular kesilmiş. Dışarıda şakır şakır yağmur, muslukta su yok.Odaya girdim. Tirtir titriyoruz. Bize kömür ordinosu vermiyorlar. Biraz odun almıştık. Bitti. Şimdi de odun bulamıyoruz, yok. Gazeteci gazete bırakmış. Her sabah işe gitmeden gazete okurum. Gazeteye
baktım: «Güzellik Müsabakası», «Galatasaray lig şampiyonu oldu», «Gümrükteki 300 ton kahve ne olacak?», «Abidin Daver şilebinin teknesi dura dura çürüdü» gibi başlıklar. Canımı evden dışarı atmak istedim. Tam çıkarken icra memuru ile avukat kapıya dayandı. Kirayı veremediğimizden ev sahibi bizi icraya vermişti. Evde haczedilecek eşya bulamadılar. Hiç bir zaman icra memurunun, haciz memurunun evime gelmelerini istemem. Haczedilecek bir şey bulamazlar, insan mahcup olur. Avukat,
— Bu kanapeyi alalım! diye saldırdı. Kanape diye elini atmasıyla, şeker sandıklarının üstündeki eskipüskü pantalonlar, paçavra parçaları, yırtık yorganlar ortaya çıktı. Avukat bu sefer,
— Radyo... dedi.
Şu radyo belâsını başımdan alsalar da kurtulsam. Senenin on ayı tamirdedir. Kazan kazan, radyo tamirine ver. Zaten bizi bu hâle getiren radyo... Kapıdan çıkarken karım,
• Kız mektebe gitmiyor, dedi.
• Neden?
• Jimnastik hocası şortla beyaz lâstik pabuç istiyormuş. Olmazsa derse almam, demiş.
• Peki, peki...
• Zeytinyağı da yok...
Kendimi sokağa attım. Nasıl olsa işe geç kalmıştım. Bugün de gitmem, dedim. Şakır şakır yağmur. Bizim oradan tramvayı kaldırdılar. Otobüs geliyor yarım saatte bir. Binmenin imkânı yok. Tıklım tıklım dolu. Dolmuşlar dersen tıka basa dolmuş. Arabalar vızır vızır geçiyor, ama hiç biri durmuyor. Ayakkabı su alır. Yağmur kovadan boşanır gibi. Sırıl sıklam oldum. Tirtir titriyorum. Bir delikanlı yanıma geldi,
• Affedersiniz amca, dedi.
Ben saati soracak sandım.
• Dünkü maçtan haberiniz var mı? demez mi!
Tövbe Yarabbi... Yürüdüm. Orada bir kahve var. Kahveye girdim. üstümden başımdan sular sızıyor. Kahveciye bir çay söyledim. Yanımda da işte bu tokat attığım adam oturmuş, gazete okuyor. Ben, kendi kendime,
• Yahu, bu benim halim ne olacak? Sonumuz nereye varacak? diye düşünüyorum. Ben böyle düşünüp dururken, bu adam hırsla elindeki gazeteyi fırlatıp attı,
• Yahu, memleket uçuruma gidiyor! diye bağırdı.
Onu da benim gibi dertli sandım. Konuşur, birbirimize derdimizi dökeriz diye,
— Ne oldu beyefendi? Affedersiniz, karışmak gibi olmasın, neye kızdınız? dedim.
O, yine kızgınlıkla,
— Daha ne olsun yahu, dedi, memlekette hakem yok be!... Hakem yok, namussuzum. Dünkü maçta hakem yine taraftarlık etmiş... Ondan sonra bana ne oldu, bilemiyorum. Vallahi ben de anlamadım komiser bey. Hayatımda kimseye fiske vurmuş insan değilim. Sanki vücudumda bir düğmeye basılmış, elektrik kuvvetiyle kalkmış gibi, bu sağ elim birden havaya kalktı. Şu herifin suratına bir tokat çektim. Ben inkâr etmiyorum. Tokadı yapıştırdım. Ama isteyerek değil. Vallahi kastım yok. İrademin dışında bişey bu. Sonra aklım başıma
geldi. Bu adam şimdi beni parçalar, diye de korktum. Ama oldu bir kere. Cenab-ı Allah, bu sağ koluma, Zaloğlu Rüstem pehlivanın kuvvetini verip, şu herifin suratı budur, diye bir şamar çektim. Komiser, tokadı yiyen iri adama baktı. Dişlerini gıcırdattı. Ayağa kalkar gibi yaptı. Sağ elinin ayasını kaşımağa başladı. iriyarı adama,
• Hadi, uzatmayın, barışın! dedi.
Tokadı yiyen,
• Barışmam! diye direndi.
Kızan komiser, daktilodaki polise,
— Yaz! dedi «Dâvâlı, memleket uçuruma gidiyor, demiş olup, memleketin yüksek menfaatlerine ve hükümetin manevî şahsiyetine...»
Bir daha iri adama döndü:
— Barışın hadi!
İri adam, elini hâlâ tokadın izi duran sol yanağında gezdirerek,
— Peki efendim, barışalım, dedi.

Aziz Nesin Hikayelerinden Alıntıdır.

BİR BÖCEĞİN GÜNLÜGÜ

 Dün gece yine ölümle burun buruna geldim . Bana bir zarar geleceğinden değil, ama karım ne yapar sonra? Biz, akşam yemeğimizi genelde saat on bir, on iki gibi yeriz ama dün misafir geldiğinden, ev sahiplerimiz geç vakte kadar oturdular. Konukların gitmesiyle birlikte, ben de bir süre ortalığın sakinleşmesini bekledim ve yiyecek toplama faaliyetine giriştim.
  Oooooooo! Misafir geldiği için mönü çok zengindi. Pasta ve börek kırıntılarına bayılırız biz. Her neyse, ben NEVALEYİ toplarken birden mutfağın ışığı yandı ve:
   - Aaaaaa! Böcek dedi bir ses
    ......
   Sen ne kadar korkak bir adamsın! Benim kaç katım büyüklüğünde olmama rağmen, bu bağırış da ne böyle? O korkunç sesin kesilmesiyle birlikte, sanki ben ona bir şey yapmışım gibi beni kovalamaya başlamasın mı ! Halbuki o kadar da dikkat ediyorum, tabak, çanak ve bardakların üzerinde dolaşmamaya. Ama bazen diyorum ki, sırf gıcıklığına bunların misafiri geldiğinde git ortalıkta dolaş, utanılacak duruma düşsünler, rezil olsunlar!
   Ama yapamıyorum işte. Ne de olsa, ekmeğini yediğim yer...
   Ahhhhh ah! Bu eve geldiğim yılları hatırlıyorum da... Ne güzeldi o günler!
   Rahmetli kayınbabam ve kayınvalidem beni evlerine kabul etmişlerdi. O zamanlar rahattık, çünkü ev sahibimiz Rıza Amca kördü. Evin her yerinde özgürce dolaşabiliyorduk. Hatta Rıza Amca'yla aynı sofrada yemek yediğimiz günler bile oldu. Gerçi, bizleri görebilseydi nasıl davranırdı bilemem ama o hep yüreğimizde yaşayacak.
    Rıza Amca, memur emeklisiydi, durumu pek iyi değildi yani, ev de rahmetli  karısınınmış, anlayacağınız yiyecek konusunda bugünkü gibi şanslı değildik. Ama biliyor musunuz, daha huzurlu ve mutluyduk. Rıza Amca, bir gün görünmez bir kazaya kurban gitti. Biliyorum, onun için bütün kazalar görünmezdi.
    Rıza Amca'nın toprağa verildiği gün, biz de ordaydık. Karşı komşu bize geldiğinde ceketini portmantoya asmıştı, fırsat bulup cebine girdik ve onunla birlikte mezarlığa gittik.
    Rıza Amca'nın üç oğlu vardı ama hayırsızdılar, adam ölür ölmez evi satılığa çıkardılar. Evi şu anda oturan adam ve karısı sarın aldı. Eve ayak basmalarıyla da kayınbabam ve kayınvalidemi öldürmeleri bir oldu. adam sonra iğrenerek onların cansız bedenlerini kağıda sararak çöpe attı. Sanki kendisi çok temizmiş gibi. Şimdilerde kendine üzerinde rahmetli kayınvalidemin resmi olan bir ilaç almış ki, değmeyin keyfine... Durmadan üzerimize sıkıyor.
    Kayınvalidemin bu tür ilaçların üzerinde resmi bulunuyor. Çok güzeldi kayınvalidem. Hatta bir iki reklam filminde de oynamıştı. Ama evlenince bu işleri bıraktı. Çünkü kayınbabam tam bir Osmanlı erkeğiydi. Bak, laf nereden nereye geldi...
    Neyse. Bugüne kadar, rahmetli Rıza Amca'nın anısına bu evde oturduk. Ama artık daha fazla dayanacak halimiz kalmadı. Eşe dosta haber saldık... Kendimize göre bir ev bulur bulmaz, taşınacağız burdan. Hayat bu. Belli mi olur? Belki de sizin evinize yerleşiriz! Hadi şimdilik byy.